Dinibilgiler.gen.tr - Zikir'in Tasavvuftaki önemi
Allah adını anmak en
güzel mutluluk, Kalp ancak O'nunla huzura erer. Kalbi temizlik, zikirle mümkün
olabiliyor. Zikirsizlik, nefse ve şeytana hizmettir. Zikir, insanı Sultan eder, aynı zamanda
ruhunun susuzluğunu giderir.
Peygamberimiz (S.A.V.); "Kul günah işlediği
zaman onun kalbinde siyah bir nokta olur" diye beyan buyuruyor. Elbette ki İnsan beşer,
düşer, kalkar hep, sadece düşüp kalkmayan Allah (C.C.)'dır. Biz kullar her an
günahla yüz yüze gelebiliyor ve kalbimizi kirletebiliyoruz. Bu durum da
yapabileceğimiz tek şey, istikameti yakalayana kadar kalbimizi zikirle beslemektir.
Çünkü, İlahi buyrukta belirtildiği gibi; "Kalpler ancak
Allah'ın zikriyle huzura erer." Kul, Allah'ı çokça zikrederek,
kalbini temizleyebilir. Hatta Allah adıyla dopdolu kalbin, dünyaya bakışı da değişir.
Artık çevrenin kirlenmişliği onu kolay kolay bozamaz. Yeter ki istikametle, Allah adını
anmaya devam edilsin. Allah adıyla gönüller "mesrûr", gözler
"sevgi", diller "hikmet" sahibi olur
çünkü.
Kelimenin tam anlamıyla Allah adı, insanı "Sultan"
eder, Ki; Yavuz Sultan Selim’in dile getirdiği; ‘’Padişah-ı alem
olmak Bir kuru dava imiş Bir mürşide bende olmak Cümleden âlâ
imiş…’’ mısraları daha da bir anlam kazanır
böylece.
Resûlullah (S.A.V.), "Kıyamet gününde
kulların en büyük derecesi Allah'ı çokça ananlardır"
buyurarak Allah’ı ananları müjdelemiştir. Kâinatta hemen hemen her şey, kendi
hal lisanıyla Allah’ı zikreder, o halde insan neden bu zikir senfonisinden mahrum kalsın
ki? Evliyaullah'ın da belirttiği gibi, Allah’ı zikirde en çok
sırayla:
Birinci derece Cemadat (toprak, taş, cansız maddeler),
İkinci
derece Nebatat (bitki âlemi),
Üçüncü derece Hayvanat,
Dördüncü derece insanattır.
Cansızlıktan canlılığa, yani basit
yapıdan daha çok mükemmel yapıya doğru gidildikçe Allah’ı anmak
açısından yaratılanların cinsine göre düşüş eğilimi
görülür.. Her mükemmeliyet, büyüme meyli ve gelişme yaratılmış
olan her şeyi Allah’tan alıkoyabileceği anlamına gelecektir ki, insan şüphesiz bu
durumda ister istemez dördüncü derecede zikreden bir konumda yer alacaktır.
Fakat insan nefsine, şeytana ve çevreye rağmen zikir de gayretkar olursa
bütün mahlukatın üstünde bir mevkie sıçrayabiliyor ki, bu konumda
olan insan için "ahsan-i takvim" ya da eşref-i
mahlukat(yaratılmışların en üstünü) denilir.
Eğer, kul
nefsin hevasına kapılıp, şeytanın oyunlarına dalmış ve kötü insanların oyuncağı
haline gelmişse hayvandan da aşağı dediğimiz "esfel-i safiline(hayvandan
aşağı) kadar inebilir. İnsanın eşref-i mahlukat (yaratılmışların en
üstünü) olabilmesi Allah'ı çokça anmasına bağlı. Hadisi Kutsi
de, "Dikkat ediniz, cesette bir kalp vardır. Kalbin içinde de bir Fuat
vardır. Fuat da dahi sır vardır. Sırda da hafi vardır. Hafide dahi ahfa vardır"
buyrularak, aynı zamanda insanın göğsünde yer alan alem-i emirle bağlantılı
letaiflere dikkat çekilmektedir. İnsanın göğsünde kalp, ruh,
sır, ahfa, hafi denilen letaifler söz konusu. Her insanda bunlar mevcut
letaifleri, nefsin baskısından kurtarıp, Allah'a yönlendirmek ve asıllarına kavuşturmak
insanın gayretiyle mümkün. Kul, Allah'ı sıkça zikrederek alem-i emr ile
ilgili letaifleri çalıştırabilir. Zikir girmeyen vücuda, ışık girmez derman
yok.
Ruhumuzu, nefsimize galip kılmak için:
1- Gönül
Sultanından faydalanmak,
2- Amel etmek (helal-haram bilmek),
3-
Allah’ı anmak şarttır.
Aksi takdirde ruhumuzu, vücut şehrimize hakim
kılamayız. Nasıl ki, hastalandığımızda hemen doktora koşuyor, onun telkinleri doğrultusunda
şifa bulmaya çalışıyorsak, aynen öyle de, insan da körelmiş letaiflerine
derman bulmak için, o konuyla ilgili Kalp uzmanı Salih (evliyaullah) insanlardan
istifade etmesi gerekiyor.
Evliyaullah, letaiflerin
özelliklerinden bahsetmişler. Bu mevzu da Muhammed Şemseddin (K.S.)'in
"Miftahul Kulüp" adlı eserinde
özetle;
"Zikreden kalbin akik renginde ve sol memenin altında,
zikreden ruhun açık sarı ve sağ memenin altında, zikreden sırrın beyaz renkte ve sol
memenin üstünde, zikreden hafinin zümrüt yeşili ve sağ memenin
üstünde, zikreden ahfanın ya çok beyaz, ya çok siyah ve iki meme
ortasında" olduklarını beyan buyurarak letaifi külle (letaiflerin
tamamı)'leri izah etmişlerdir. Eğer Hak yolunda mesafe kat ederek letaiflerin
tamamını bitiren salik varsa, Nefiy ve ispat dediğimiz ''kelime-i
tevhit'' zikri verilir. Nefyi ispata geçmek için letaiflerin
bütün özelliklerinin zuhur etmesi gerekiyor. Küllü letaiflerden
sonra, ruhun tezkiyesi gerçekleşince, salikin (hak yolda ilerleyen, sulûk eden
kişi) alnına sadakat mührü vurulur. Salik, bütün bu aşamalardan
geçmiş olan mürşidi kâmilden istifade etmek zorundadır. Evliya'nın
kalbi cin ve şeytandan etkilenmez. Çünkü, zikir sayesinde melek
ruha, ruh da kalbe bildirerek koruma altına alınır.. Görüldüğü gibi, kulun
iki yolu vardır.
1- Güzel itikat,
2- Kalbi zikir
etmek.
Kutsi Hadiste; "Allah'a ulaştıran yollar, yaratılmışların
nefesleri sayısı kadardır" buyuruyor. Zikir yolu, genelde iki yol üzerine,
günümüze kadar gelmiştir.
1- Lisan-ı yol olan cehri zikir.
2- Kalbi yol olan hafi zikir.
Cehri
zikir, sesli eda edilip, Hz. Ali (K.V.)'in de yaptığı
zikirdir. Hafi zikir, sessiz yapılan zikir olup,
Hz. Ebubekir Sıddık (R.A.)'ın takip ettiği metodudur. Allah'a ulaştıran
yollar, yaratılmışların nefisleri sayısı kadardır ölçüsünce, her iki
yolda haktır. Her iki yolun yolcuları da Allah'a ulaşmak için zikrediyorlar. Yani
farklılık izlenilen metot da. Bediûzzaman Said-i Nursi Hz.leri;
"Nakşibendiler gizli zikir sayesinde nefsi emmarenin başını kırmaya muvaffak
olurlar. Kadiriler ise zikri cehri ile tabiat tağutlarını tarumar
eylemişlerdir" diyerek konuya açıklık getirmiştir. Zikirden maksat
çokluk değil, saflıktır. Önemli olan, İlâhi
ente maksudu ve rızaike matlubu (Ya Rabbi maksadım sen,
isteğim senin rızanı kazanmaktır)
ölçüsüdür.
Resûlüllah (S.A.V.);
"Allah sizin Sûretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve
amellerinize bakar" buyuruyor. Allah (C.C.) Kur'an-ı Kerim de;
"Gerçek müminler, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer (Enfal
2.)" beyan buyurarak zikreden gönülleri övmüştür. İnsan
hayatını mutluluğa çevirmek istiyorsa şu hadisi şerifi ölçü almalıdır:
"Zikredici bir dil, şükredici bir kalp, imanınızda size yardımcı olacak bir
kadın bulundurun." Hz. Peygamber (S.A.V.), sahabeler arasında, zikri
hafiyi Sıddık-ı Ekber'e has kıldı.
Bir gün komşular Hz. Ebubekir'i
Resûlüllah'a şikayet ederler. "Ya Resûlüllah, Ebubekir et
pişirip, hatta kokusu dışarıya kadar nüksettiği halde kimseye ikram
etmez."
Peygamberimiz (S.A.V.) duruma vakıf olur ve şu cevabı verir.
"O sizin sandığınız et kokusu pişirilen et kokusu değil. O koku zikreden kalbin
yanan kokusudur" diyerek sahabeye beyan etti.
Hz. Ebubekir, öyle
can-u gönülden kalbi zikrediyor ki, ciğeri yanıyor, etrafı bile sarabiliyor. İşte
Hz. Ebubekir'i "Sıddık-ı Ekber" yapan, bu durumdur. Bazıları belki
diyebilir, efendim, nasıl oluyor, bir insan kalbinin yanması, madem yanıyorsa kül olması
icap etmez mi diye, oysa gerçekte ateş yakar, nur yakmaz. Ama hangi ateş? Bizim ve
herkesin bildiği ateş ne var ne yok yakıyor, doğrudur. Fakat bilmediğimiz bir ateş de var ki,
(o ateş sayılmaz) o da "nur"dur. Nur da ise yakıcılık yoktur. Nur yalnız bir
aydınlıktan ibarettir. İşte ateşle, nurun farkı budur. Allah ile kul arasında yetmişbin hicap
perdesi vardır. Bu perdelerin aşılması da zikirle mümkün olabiliyor. Yalnız
yetmişbin perde tabiri Allah'ın isim ve sıfatlarının tecelli daireleridir. Yani tezahür
dereceleri manasınadır. Rabbûl Âlemin, "Rabbini tazarru ile gizli
olarak dua ediniz (Arafat 55) ve "Rabbini tazarru ile (titreyerek) ve
korkarak zikret (Araf 205)" beyan buyuruyor. Resûlüllah (S.A.V.)'de,
"Zikrin hayırlısı hafi olanı, rızkın hayırlısı da kâfi
olanıdır" ve "Benim ve benden önceki enbiyanın
söyledikleri en hayırlı kelime Lâ ilâhe
illallah’tır. Bilesin yedi kat gök ve yedi kat yer terazinin bir kefesine,
kelime-i tevhit de bir kefesine konsa bu kelime ağır gelir"
buyurdular.
Yine Peygamberimiz (S.A.V.); "Yeryüzünde Allah,
Allah diyen bulundukça kıyamet kopmaz" beyanıyla zikrin efdaliyetini
ortaya koymuştur. İmam-ı Rabbani (K.S.) büyük bir zat, zamanın
müceddidlerinden ve aynı zaman da evliyalarından Müceddid-i Elfisani şöyle der:
"Tevhit iki kısımdır: 1- Tevhidi şuhud, 2- Tevhidi vücut"
diye. Zikirlerinde efdaliyet bakımından birbirlerine mukabil dereceleri söz konusudur.
Hz. Aişe (RA)'dan rivayetle, Hz. Resûlüllah (S.A.V.);
"Bazı zikirler diğer zikirlerden 70 kat daha efdaldir"
buyurmuşlardır. Bir başka hadislerinde de; "kanın dolaştığı yerlerde muhakkak
şeytan da dolaşır. Onun dolaşmaması için en kuvvetli silah
Lâilâheillallâhul-fealu" buyurarak şeytana karşı, yapılacak
tedbire dikkatimizi çekmiştir. Gerek ayeti celilede beyan olunan hakikatler ve gerekse
Hadisi Şeriflerde ki sözler, zikri teşvik ediyor ve insanlığın çıkış yolunun
zikirden geçebileceği vurgulanmaktadır. Eşyadan bilgi edinmek güzel bir duygu olsa
gerektir, hatta insan diline çevirmek de güzel bir şey. Yalnız, eşyanın
hakikatlerini çözmeye çalışırken, Allah'ı unutmak perdenin arkasını
görememek demektir. İnsanlık galiba, gelecekte kendisini esir etmek isteyen teknolojik
cihaz ve donanımlara karşı mücadelesini verecektir. Eşyanın esaretinden kurtulup, bir an
evvel Allah'ı hatırladığında, insan da aydınlığa çıkmış olacaktır. Eşyaya mahkumiyet,
vahdet arayan insanlığı perişanlığa itmektedir. Vahdet'e giden
yol, Allah'ı anmaktan geçer. Zikreden insanın kalbi dakikada ortalama
124 kez vurur. Bu aynı zamanda dakika da 124 kez
Allah diyerek kalbi mutmainleştirmek demektir İşte bu
noktada zikrin ehemmiyeti ortaya çıkıyor. Her vuruşta bir kez Allah demek kadar bir
güzel saadet var mı? Kalbin atışına paralel insanda Allah adını anarak ebedi hayata
kelebek misali uçacaktır elbet. Çünkü, "Kalpler ancak
Allah'ı zikretmekle huzura erer" buyruluyor. Velhasıl, zikir en güzel
sermayedir.
Kaynak: Alperen Türk, Forumlardan..
|